Antikacıdaki Akordeon
FOTOĞRAF: BARKIN ŞİMŞEK
Bir gün Çukurcuma’da bulunan "Geçmişin İzleri" adındaki antikacı dükkânının önünden geçerken bir akordeon gözüme çarptı ve hemen fotoğrafını çektim. Akordeon,
çocukluğumun vazgeçilmez enstrümanıydı çünkü bizim evin antika köşesinde eski eşyalarla beraber dedemin
akordeonu da bulunurdu. Hatta ismi de Akordeoncu Vasil' di. Bundan dolayı da vitrinde gördüğümde
fotoğrafını çekmek istemiştim. Daha sonra içeri girip sahibine satılık olup
olmadığını sormuştum. Antikacı “Akordeon satılık değil. Babamın akordeonuydu,
ismini de Yaren koymuştu” dedi. Hikâyesini çok merak edince dükkânın sahibi anlatmaya
başladı.
70’ li yılların başında Mardin’den İstanbul’a ailesiyle
göç eden Osman, üç çocuklu bir ailenin ortanca çocuğudur ve 17 yaşında ailesini
geçindirebilmek için okula gitmek yerine; yaşı meyhanede çalışmasına uygun
olmamasına rağmen akşamları Çiçek Pasajı’nda akordeon çalardı. Asıl ismi Yeprem idi fakat İstanbul’a geldikten sonra ona mahallede Osman derlerdi, sonra çalıştığı yerde de bu isimle hitap edilmeye başlandı.
Bir akşam oradaki
meyhanelerin masaları akordeon çalarak gezerken, kapıdan elinde çiçek sepetiyle
13-14 yaşlarında bir kız belirdi. Beline
kadar uzanan kapkara saçları, sol kulağının üstünde kıpkırmızı bir gül, belinde de
şıkırtılı bir kemerle onun yanında salınarak geçtiği sırada; Osman onunla göz
göze geldi. O sihirli anın büyüsüyle genç çocuk bir süre durduğu yerde kalakaldı.
O sırada dinleyenler masalarından uzanıp çocuğun gömleğinin cebine,
pantolonunun cebine para atmaya çalışıyorlardı fakat aklı çingene kızda kalmıştı
bir kere ve onun arkasından gitmeye karar verdi. Çiçekçi kız bir çiftin
masasının yanında durup, başını da yana doğru eğerek “Ablama bir gonca
alasın be?” diyerek sepetinde son kalan gülleri satmaya çalışıyordu fakat çiftten bir tepki gelmeyince başını eğip evinin yolunu
tuttu. O dönemlerde Tarlabaşı o kadar kötü bir durumda değildi fakat yavaş
yavaş kötüleşmeye başladığı bir dönemin içindeydi. Oranın yerli halkı bazı siyasi
nedenlerden dolayı gidince, çingeneler yerleşmeye başladı. Çiçekçi kızı takip
eden Osman, kızla aynı mahallede oturduklarını öğrendiğinde büyük sevinç yaşadı.
O günden sonra tanıdıklarına kızı sorup soruşturdu, isminin Yaren olduğunu
öğrendi. Kız her akşam Çiçek Pasajı’na çiçek satmak için gelmeye başladı.
Haftalar geçtikçe Osman ile Yaren arasındaki arkadaşlık bir aşka dönüşmüştü.
Osman birkaç sene
çalışıp, parasını biriktirdikten sonra Yaren’le evlenmek istediğinden gelecek planları yapardı. Yaren’in babası bir ayakkabıcının yanında çırak olarak çalışırdı fakat
daha sonraları işinde ustalaştıkça İstiklal Caddesi’nde kendi dükkanını açtı ve
işleri çok iyiye gitmeye başladı. Oturdukları mahalleden taşınmışlar, daha iyi bir
semtte bir ev kiralamışlardı ve Osman’a bir mektup bile bırakmadan Yaren çekip
gitmişti. Aşk, Yaren için para pulla ölçülecek ve gelip geçici bir duygu muydu?
Osman, aylarca bu durumu kabullenemedi. Her akşam Osman’ın gözü Çiçek
Pasajı’nın kapısında, uzun saçlarını savurarak, elinde çiçek sepetiyle yine
Yaren içeri girer mi diye umutlanır dururdu. Yaren’in bir mektup bırakmadan ortadan
kaybolmasının gerçek nedenini iki sene sonra evinin kapısına yaşlıca bir kadın
gelip anlatmış. Yadigâr adındaki kadın Yaren’in annesi olduğunu ve kızının bir
sene önce amansız bir hastalık yüzünden öldüğünü söylemiş. Osman’ı ise kızının
günlüğünü okuduktan sonra öğrenmiş. Yadigâr “Kızım seni çok sevmiş, o kadar çok
sevmiş ki hastalığıyla seni üzmemek için habersizce seni terk etmiş” diye sözlerini noktalamış. Bunu duyan Osman büyük üzüntü ve acıyla yaşamaya başlamış. Ne kadar da başka bir kadınla gelecek kurmayı başarabilmiş olsa da Yaren'i asla unutamamış.
Yorumlar
Yorum Gönder